Loading...

Bir Atatürk Makalesi




84 Yıl Sonra 3 Mart Devrim Yasaları :


Onlar da, Türkiye de Tam Bir Emperyalist Kuşatmada !

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
ADD Genel Başkan Önceki Yard.
www.ahmetsaltik.com

” Pozitif bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven,
düşünce eğitiminde olduğu kadar beden eğitiminde de yeteneği artmış ve
yükselmiş olan erdemli, kudretli bir kuşak yetiştirmek ana politikamızın açık dileğidir.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

G i r i ş :

“3 Mart 1924″ ün 84. yılı; 1923 Devrimi’nin en önemli dönüşümlerinin gerçekleştirildiği bir tarihtir.
Osmanlı döneminde kadının ve eğitimin Ortaçağ karanlığına gömülü olduğunu çarpıcı biçimde ortaya
koyan belgeler elimizde. Kadınlar ve çocuklar.. Toplumun en temel 2 kesimi ve de en stratejik alanda;
Eğitim sürecinde acımasızca gericiliğe mahkum edildikleri bir kıskaçta idiler..
Gazi Mustafa Kemal Paşa boşuna mı şu uyarıda bulunmuştu ?

Ulusal Kurtuluş Savaşı ortasında Eğitim Kongresi toplayan tek önder (15-21 Temmuz 1921) :

Çünkü O, yüksek dehası ile stratejik tüm ayrıntıları ile planladığı “sıcak Kurtuluş Savaşı” nı ulusu ile birlikte kazanacağından öylesine emin ki; sonrasında atılacak adımların da aynı stratejik plan bütünlüğü içinde gecikmeksizin, zamanlamasına uygun ele alınması gerek..

 Ulusal eğitim politikasının temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir (1922).
 Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir hükmetme aracı
ya da uygar bir zevkten çok; maddi yaşamda başarılı olmayı sağlayan kılgın (pratik) ve kullanılabilir bir araç durumuna getirmektedir (1922).

Uyarıları da O’ndan geliyor. Çünkü Anadolu insanı, 600 yıllık Osmanlı gaspından sonra,
kendi özgür devletini Yüce Atatürk önderliğinde kuracaktır.

• ” Bir sözcükle anlatmak gerekirse, diyebiliriz ki;
yeni Türkiye Devleti bir halk devletidir, halkın devletidir.”

T.C. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Devrimci kararlılıkla, 1 Kasım 1922‘de Saltanatın kaldırılmasında olduğu gibi, enerjik bir girişimle Halifelik yanlılarının engelleme girişimlerine karşın,
3 Mart 1924‘te Halifeliğin kaldırılmasını TBMM’de büyük bir çoğunlukla gerçekleştirmiştir.
Böylece Şeyhülislamlık, dinsel (şer’i) mahkemeler ve fetva usulü, dervişlik nişanı, medreseler de kaldırılmıştır. Yüce ATATÜRK’ün, 1 Kasım 1922 günü, Osmanlı Saltanatı’nın kaldırılmasına ilişkin önergeleri görüşmek üzere toplanan Anayasa, Şeriye ve Adalet Komisyonlarının ortak toplantısında söyledikleri aşağıdadır (1922, SÖYLEV II, syf. 691) :

• ” Egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından hiç kimseye ilim gereğidir diye görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
Osmanoğulları, zorla Türk milletinin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu zorla
el koyuşlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk milleti bu saldırganlara hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor.”

• “Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan, millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız,
bırakmayacak mıyız? meselesi değildir. Mesele, zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır.
Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”
Osmanlı Hanedanı’nın Türk milletinin 600 yılı aşan özgürlük ve egemenliğini gaspı, yalnız Batı’lı emperyalistlere karşı değil, onlarla açık ve utanmaz bir işbirliği yapan Saltanat ve Osmanlı Hanedanı ile de savaşarak ne yazık ki, çok kanlı olarak sonlandırılabilmiştir. Artık Cumhuriyet rejimi ile ulus kendini yönetecek ve Atatürk’ün tanımı ile “Cumhuriyet özellikle kimsesizlerin kimsesi..” olacaktır.

1 Mart 1922′de TBMM açış söylevinde;

“Kadınlarımızın aynı öğretim devrelerinden geçerek yetiştirilmesine önem verilmesi” nden sözederek,
kız-erkek Türk çocuğunu birbirinden ayırmadığını gösterir. Benzer düşüncesini Ağustos 1924′te de dile getirmiş ve 3 Mart 1924′te “Öğretimin Birleştirilmesi” yasası ile kız ve erkek çocukların bir arada ve çağdaş biçimde eğitimini sağlamıştır. 20 Nisan 1924′te, Anayasa’nın 87. maddesi değiştirilerek,
Türk kızlarına eğitim-öğretim eşitliği sağlayan ilköğretim zorunluluğu getirilmiştir.

• ” Bütün Dünya bilsin ki, benim için bir taraflılık vardır : Cumhuriyet taraftarlılığı, düşünsel ve toplumsal devrim taraftarlığı… Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda 1 bireyi, dışarıda düşünmek istemiyorum. ” (1924)

Değerlendirmesiyle de, yeni Türk Devleti’nin eğitim felsefesinin ana hatlarını son derece net olarak ortaya koymuştur.

1517′den 1924′e,Yavuz Selim’den Atatürk’e… :

Sultan Yavuz Selim, Rıdaniye Savaşıyla Mısır’a girmiş, Halifeliği ele geçirerek (1517), Osmanlı devletini dinsel bir devlet durumuna getirmiş, ülkenin başına püsküllü belayı almıştı. Halifeliği kaldıran
bu yasayla, dinsel devlet düzeninin son artığı yok ediliyor; devlet ve öğretim laik temeller
üzerine oturtuluyordu.

Kendisine Halife olması önerildiğinde, Uygarlık Tarihine ışık tutacak değerlendirmeler yapmıştır :

Yüce Atatürk’ün halifelik önerisine yanıtı :

• ” Konusu, anlamı olmayan efsaneli bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı?”

Bir başkası Halifeliği kabul edebilir, başkalarına göre şan ve şeref olan bu kimlik içinde ömür boyu rahat yaşardı. Ancak O, bağımsız bir ülke ve çağdaş bir yaşam için, içte ve dışta çarpışmayı yeğlemiştir.

• “…Tarihin herhangi bir döneminde, bir halife, zihninden bu ülkenin yazgısına karışmak arzusunu geçirirse, o kafayı derhal koparacağız….Yuvalanarak, hâlâ Türkiye’yi yok etmek için
‘Kutsal Ayaklanma’ adı altında haydut çeteleriyle, cana kıyma düzenleriyle bize karşı durmadan
çılgınca çalışmaların amaçları gerçekten kutsal mıdır?”

• ” Buna inanmak için gerçekten bilinçsiz ve aymaz olmak gerekir… Yüzyıllarca olduğu gibi,
bugün de ulusların bilgisizliğinden ve bağnazlığından yararlanarak, bin türlü siyasal ve kişisel amaç ve çıkar sağlamak için dini araç olarak kullanmaya kalkışanların, ne yazık ki içerde ve dışarda
var oluşu, bizi bu konuda söz söylemekten alıkoyamıyor. ”

Gazeteler, Cumhuriyeti kabul eden Meclisin, hiç olmazsa Halifeliği kaldırtmaması için
Halkı kışkırtıyordu. Ama Devrimci istenç çok net ve kararlı idi :

• ” İnsanlıkta din duygu ve bilgisi her türlü boş inanlardan sıyrılarak, gerçek bilim ve ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına her yerde rastlanacaktır…
Yeni Türkiye’nin ve yeni Türkiye halkının artık kendi varlığından ve mutluluğundan başka düşünecek bir şeyi yoktur.”

Atatürk, Halifeliğin kaldırıldığı sıralarda, Kızılay adına yaptığı bir gezi sırasında, Mısır’a uğrayan Antalya milletvekili Rasih Efendi’nin, kendisiyle yaptığı görüşmeden söz eder. Rasih Efendi,
“Gezdiği ülkelerdeki Müslüman halkın” Atatürk’ün “Halife olmasını” istediklerini anlatır.
Atatürk, Müslümanların kendisine olan güvencinden çok duygulandığını belirttikten sonra,
Rasih Efendi’ye şu karşılığı verir :

• “Siz din bilginlerindensiniz. Halife’nin Devlet Başkanı demek olduğunu bilirsiniz. Başlarında kralları, imparatorları bulunan halkın, bana ulaştırdığınız dilek ve önerilerini ben nasıl kabul edebilirim?
Kabul ettim desem, o halkın başındaki kişiler bunu isterler mi? Halife’nin buyrukları ve yasakları
yerine getirilir. Beni Halife yapmak isteyenler buyruklarımı yerine getirebilecekler midir?
Bu duruma göre, yapacak işi ve anlamı olmayan bir kuruntu sanını takınmak gülünç olmaz mı?”

En yakın dava ve silah arkadaşı Başbakan İsmet İNÖNÜ’ye, halkı Halifeliği kaldırma kararına ustalıkla hazırlayan süreçte yolladığı bir telgrafta şu dizelere yer vermektedir :

 “Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki; bugün var olan ve korunmakta bulunan Halife’nin ve makamının, gerçekte ne din, ne de siyasa bakımından varlığının hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti varlığını, boş lâf yüzünden tehlikeye atamaz… Amaç, yaldızlı ve gösterişli yaşamak değil, insanca yaşamak ve geçim sağlamaktır…” (23 Şubat 1924)

Gazi, 1 Mart 1924 TBMM Konuşmasında ise :

1) Ulus, Cumhuriyetin, bugün ve gelecekte, her türlü saldırılardan kesinlikle ve sonsuzluğa dek korunmasını sağlayacak ilkelere dayandırılmasını istemektedir.

2) Kamuoyu, eğitim ve öğretimin birleştirilmesinden yanadır ve bunun hiç zaman geçirilmeden uygulanması gereklidir.

3) İslam dinini, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtararak yüceltmenin zorunlu olduğunu da görüyoruz.”

sözleri ile artık halifeliğin kaldırılacağı işaretleri veriliyordu.

84 yıl önce TBMM (seçimle gelen 2. Meclis), arka arkaya 3 yasa önerisini değerlendirdi ve benimsedi. Bu yasalar onaylanış sırasına göre (429, 430 ve 431 sayılı yasalar) :

1. Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile Genelkurmay Bakanlığı’nın kaldırılması yasası,
2. Eğitimin Birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat) yasası,
3. Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı’nın Yurtdışına Çıkarılması.. ile ilgili yasalardır.
(Ne yazık ki, Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye’ye girişini yasaklayan maddeler, 50 yıl sonra kaldırıldı..)

1982 Anayasası, 174. maddesinde Devrim Yasalarını sıralamakta ve anayasal korumaya almaktadır :

“Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve
Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz :

1. 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2. 25 Teşrinisâni (Kasım) 1341 (1925) tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanun;
3. 30 Teşrinisâni (Kasım) 1341 (1925) tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen,
evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medeni nikâh esası ile
aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;
6. 1 Teşrinisâni (Kasım) 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki
Hakkında Kanun;
7. 26 Teşrinisâni (Kasım) 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
8. 3 Kânunuevvel (Aralık) 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.”

DEVRİM YASALAR NELER GETİRİYORDU :

Bu yasalardan ilk ikisi 3 Mart 1924 günü TBMM’nin ilk oturumunda, hemen hemen hiç tartışılmadan
15-20 dakikada benimsenmişti. Oysa 1. yasanın ilk maddesi Devrim’in doğrultusunu belirleyen
bir pusula gibiydi. Bu madde, Türkiye Cumhuriyeti’nde halkın dünyasal yaşamını düzenleme yetkisinin
Meclis’e ve onun hükümetine ait olduğunu saptıyordu. Böylelike, şeriat yasalarının dinsel kurallarının bu alanda artık bir işlerliği kalmıyordu.

Türk Toplumu; Tanrısal değil, insanların yaptığı, çağın gereklerine yanıt veren yasalarla yönetilecekti.. Dinsel inanç ve yaptırımların toplumsal yaşamı düzenlemede bundan böyle bir işlevi olamayacaktı. Kestirileceği gibi bu ilkeler, 2 yıl sonra (17 Şubat 1926) yasalaştırılacak Yurttaşlar Yasası’nın (Medeni Kanun’un) bir tür muştusu (müjdesi) gibiydi.

3 Mart 1924 günü TBMM’de kıyameti koparan, yaklaşık 4 saat hararetle tartışılan, Halifeliği kaldıran
3. yasadır. “Halife hal’edilmiştir” denilerek Hilafeti kaldıran bu yasa, içte ve dışta hep gündemde
tutulmuştur ve tutulmaktadır. Her yıl 3 Mart’ta konu belli kesimlerce kendi görüşleri çerçevesinde gerçekler saptırılarak ele alınıp Kamuoyu yanıltılmaya çalışılmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, yılar öncesinden günümüzde olabilecekleri öngörüyor :

 ” Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını
asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir…”

 “… Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki; çürümüş bir hanedanın, Halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına olanak kalmayacak biçimde korunmasını zorunlu kılan bir devlet şeklinde, Cumhuriyet yönetimi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir.” (SÖYLEV II, syf. 831)

Millet Mektepleri’nde, eğitim seferberliği kapsamında Ulusuna Başöğretmen oluyor ki (24 Kasım 1928), Osmanlı’nın eğitimsiz bıraktığı halkına, bizzat kendisi kara tahta başında okuma-yazma öğreterek (bilinen Sarayburnu fotoğrafı) ulusun Başöğretmeni oluyor ki; Anadolu Aydınlanması güçlensin ve sonsuza dek sürsün.. Ünlü Fransız dergisi L’Illustration bu tabloyu kapak fotoğrafı yaparak tüm dünyaya şöyle duyuruyordu : “Ulusu’nun öğretmeni!” Çünkü O inanıyordu ki;

• “Ulusumuz, gerçekleri iyi karşılamaya ve gerekeni yerine getirmeye çok yatkın ve yeteneklidir.” “Onur hiçbir zaman bir adamın değil, tüm Ulusundur..”

• Ancak ve ancak ” Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyabilecek güçtedir.” (1930)

• ” Türkiye Cumhuriyeti’nde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani âyin hürriyeti korunmuştur. Tabiatıyla, âyinler asayiş ve umumî adaba aykırı olamaz; siyasî nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde, bütün tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, Halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vb. yasaktır. Çünkü bunlar gericilik kaynakları ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.” (Afetinan, M.B. ve M.K., Atatürk’ün El Yazıları, syf. 471-472, 1930)

Laik Eğitimin Yaşamsal Önemi :

Şeriye (Dinişleri) ve Evkaf (Vakıflar) Bakanlığı kaldırıldı. Tevhidi Tedrisat (Ögretim Birliği)
yasası kabul edildi. Sözde dinsel bilgiler, değerler ve alışkanlıklarla beyni sulanmış mollalar yetiştiren Medreseler, Mahalle mektepleri kapatıldı. Batı örneğinde okullar açıldı.

Böylece, tüm öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı ve öğretimde birlik sağlandı..
Atatürk; aydını, köylüyü ve kentliyi birbirine yakınlaştırmada; toplumsal değişmenin ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesinde, ulusal ve çağdaş bir eğitimin tüm yurt düzeyine yayılmasının
önemini çok iyi biliyordu. Bu konu üzerinde çok durmuş ve özel bir ilgi göstermiştir.

Bundan böyle tek tip ve laik eğitim yapılacaktır. Böylelikle çocuklar ve ilerde onların oluşturacağı
toplum, artık;

“Tütün ve kahve haram mıdır, değil midir?”

“Sineğin tek kanadı tabağın içindeyse, öbürünü de sokmak günah mı değil mi?”

“Muhammed’in ümmeti mi, İbrahim’in ümmeti mi?”….

Aslında ikisi de Yahudiliğe vardığı için farketmez. Farketmesi gereken, ümmetlikten,
kulluktan kurtulup ulus ve insan olabilmektir. “Türk” üm diyebiliyor musun?

“Dünya öküzün boynuzunda mı hâlâ ?” ve benzeri ipsiz sapsız tartışmalarla; bilime, eleştiriye, tartışmaya kapalı bir ortamdan, Usun (aklın) özgürlüğününü kısıtlayan bağnazlıktan (taassuptan) kurtulmuş oldular.

EĞİTİMDE İKİLİK :

“Eğitimin birleştirilmesi,” laik öğrenime geçilmesi son yıllarda önemli yaralar almıştır.
AKP hükümetlerince delik deşik edilerek, Devrim Yasası niteliğinin yok edilmesine çalışılmaktadır. Kamusal eğitim giderleri aşağı çekilmekte, özellikle Atlantik ötesi destekli Yeşil Sermayenin bu alana yatırım yapması, % 100 vergi bağışıklığı ile neden teşvik edilmektedir ?!?

“Eğitimin birleştirilmesi,” ilkesini savunanlar içinde Halil Hulki Efendi gibi din adamları da vardı. Savunulan gerekçeler arasında, pozitif bilim öğrenimiyle medresenin birlikte sürdürülmesinden doğan ikiliğin eğitimi nasıl 2 başlı yaptığı ve bunun bir ulus için ne denli tehlikeli olduğu şöyle anlatılmıştır :

• “Bir ulus ancak bir terbiye (eğitim) görebilir. İki türlü terbiye bir memlekette
iki türlü insan yetiştirir. Bu ise -fikirde, duyguda- her türlü birliği yok eder.”

Ne yazık ki Türkiye, eğitimde bu tehlikeli “ikiliğe” savrulmuştur : Sonuç, kaçınılmaz iç çatışma!
Sivas’ta, Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Fatsa’da, Gaziosmanpaşa’da sergilenen toplu öldürüler gibi..

Ya da fotoğrafta görüldüğü üzere, yaşam biçimleri ve temel değerleri birbirine tümüyle karşıt kuşaklar yetiştirerek.. Peki ulusal birlik nasıl sağlanacak?? Ortak toplumsal değerler nasıl üretilecek? Uluslaşma yerine cemaatlaşma mı?

Ya da birkaç yıl önce Sakarya / Karasu’da çok acı biçimde yaşandığı üzere, Karadeniz’de boğulmakta olan 3-4 genç kızın “imdat!” çığlıklarına karşın babalarının, yakındaki erkeklerin kurtarma girişimine onlar sizi “na-mahrem”iniz değil (sizin için mahrem!) gerekçesiyle engel olması ve acı son..

Oysa Atatürkçü eğitim sistemi;

 Özgürlük
 Bağımsızlık
 Ulusal Egemenlik ..
ayakları üstünde yükselecek;
 “Altı Ok” u bütüncül rehber edinerek Anadolu Aydınlanması’nı =
Türk Rönesansı’nı yaşama geçirilecektir.

Ardından, “Us ve Bilim” in şaşmaz öncülüğünde -ki bu ikisi Büyük Atatürk’ün bizlere bıraktığı “biricik tinsel kalıt “tır- ulusumuzun yüce ideali olan çağcıl uygarlık düzeyinin de ötesine erişim gerçekleştirilecektir. Bu yolda temel anahtarın EĞİTİM olduğu anlaşılmaktadır.

Ceyhun’a göre Tevhid-i Tedrisat’ın özü şöyle : (Ceyhun, Demirtaş. 03.03.07, www.cumhuriyet.com.tr)

 Tevhid-i Tedrisat Yasası ile cami, zaviye, kilise, havra avlularındaki dinsel eğitime son vererek eğitimi tekleştirmiştir (unification). Kısacası, adından da anlaşılacağı gibi yasa;
 “Laik devlet; halkını, belirleyeceği öğretim izlencesine göre, yetiştireceği öğretmenlerle, kendi okullarında parasız eğitir, eğitim tektir.” anlamındadır kesinlikle..

Gelelim Devrim Karşıtlarına :

• 22 Kasım 1955, Demokrat Parti’nin tek partili iktidarının Başbakanı Adnan Menderes :
• ” Arkadaşlarım beni diktatörlükle suçladılar. Benim sizin karşınızda diktatör olmama olanak
var mıdır? Siz öylesine güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasayı bile değiştirebilir,
Hilafeti bile geri getirebilirsiniz! ” der..

Ülkede Devrim karşıtlığı doruğa ulaşmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerinden 1 ay sonra,
1932′den bu yana Türkçe okunan Ezan, yeniden Arapça okunmaya başlanır..

• Halkevleri ve Halkodaları’na düşmanca tutum takınılır,
dış kökenli 12 Eylül 1980 gerici darbesi sonrası kapatılır
• Köy Enstitüleri 1954′te kapatılır; imam köyde kalır, öğretmen kasabaya / ilçeye çekilir..
• Ankara’da “İngilizce eğitim” yapmak üzere ABD desteğiyle ODTÜ kurulur (1956)..

İmam Hatip Liselerinin açılmasına hız verilir.. O denli ki, bu rakam 28 Şubat 1997 öncesinde
sayıca 610′a erişerek toplam liselerin ¼’ünü bulur. 327 tanesi (yarıdan çoğu!), S. Demirel’in başbakanlığı dönemlerinde açılmıştır..
Temmuz 1958′de, Osmanlı’dan kalan borçların ödenmesinin bitimini izleyen 5. yılda ülke,
aşırı borçlanma ile iflas ettirilerek moratoryum (iflas!) ilan edilir.. IMF imdada çağrılır ve 1 $ 2, 80 TL iken, % 320 devalüasyon ile 9,15 TL’ye yükseltilme talimatı verir.. Osmanlı’yı bitiren Borç sarmalı tuzağı (1853′te başlatılan), yeniden başlatılmıştır..

• Bu böyle sürer gider.. Köylerden Cumhuriyet’in öğretmenleri çekilirken, imamlar tümüne yollanır..

Bu arada Cumhuriyetçi demokrasinin ekonomik temelleri de zorlanır.. Gelir dağılımının adilleşmesine izin verilmez. Sermaye birikimi kaçınılmazdır (!). Pasta daha küçücüktür.. Yeterince büyümelidir ki,
sonra sıra adil paylaşıma gelebilsin.. 50 yıl sonra mı? Durumun sürdürülemezliği rakamlarla aşağıda :

2008 Bütçesi’nden kesitler..

2008 merkezi hükümet bütçesi 225 milyar YTL, kişi başına -yurtiçinde- yaklaşık 3 bin YTL düşüyor.

• 2008 bütçesinin ¼’ü salt FAİZ gideri : 56 milyar YTL.. Her hafta 1 milyar YTL’den çok faiz!

Yatırımlara ayrılan ödenek 11 milyar YTL ile borç faizlerinin 1/5′i..
Ya da, tersinden söylersek, borç faizleri yatırımların 5 katı!
Bir başka anlatımla, AKP hükümeti, 1 YTL’lik yatırıma karşılık 5 YTL borç faizi ödeyecek.
Peki bu katlanılamaz duruma ülke nasıl sürüklendi? Tablo sürdürülemeyeceğine göre ne yapmalı?

IMF emriyle, borç ana paralarını ödemek ve “mali istikrar” (verdikleri borcu fahiş faiziyle geri alma güvencesi!) dayatması ile verilmesi öngörülen Faiz Dışı Fazla (FDF) 2008 ulusal gelirinin
(GSMH, yaklaşık 680 milyar YTL) % 5,5′i dolayında olacak. Dolayısıyla bütçenin % 16,5′ine karşılık.
Faiz + FDF birlikte bütçenin % 41,5′ini götürüyor. Maşallah AKP’nin yaptığı devlet bütçesine,
41,5 kez maşallah!..

Demek oluyor ki; Bütçedeki her 5 YTL’den 2’si, faiz ve FDF olarak rantiyeye akacak..

Hani şu Devlete vergi vermek yerine borç vermeyi yeğleyen seçkin yurttaşlarımıza..
Vergi gelirlerinin % 70′ten fazlası dolaylı olarak tüketimden alıncak en adaletsiz biçimde.
Devr-i AKP’de “Mülkün temeli adalet” bu mu?

Bir kişilik istihdam en az 50 bin $ yatırım gerektirdiğine göre, AKP hükümeti 2008 içinde en fazla
220 bin insanımıza iş sağlayacak. Oysa, 74 milyon nüfusta (TÜİK, 2007 yıl ortası kestirimi),
% 1,2′lik iyimser nüfus artış hızı ile her yıl 900 bin kişiye iş yaratmak gerekiyor. Yabancı sermaye istihdam doğuran yatırımlara gelmiyor, hazırı alıyor ya da spekülatif davranıyor. Yerli sermaye
hızla yabancı ortak alıyor, bir bölümü işçi çıkartmamak için boğuşuyor ya da risk almak istemeyen “çıkıyor”.. Romanya’ya, Bulgaristan’a, Mısır’a, Çin’e.. Resmi işsizlik oranları % 10′lardan (2,5 milyon işsiz!), Merkez Bankası’na göre % 20′lerden (5 milyon işsiz!) aşağı düşmüyor.. Özel sektör en az
35 milyar $ yatırım yapacak mı 2008′de ??

TUİK verilerine göre (www.tuik.gov.tr/arastirmaveprojeler/turcat/body/turcat_tr.html, 12.01.08) :
Merkezi Hükümetin iç borcu : 225 milyar $. Dış borçlar ise 67 milyar $. Toplam kamu borcu
225 + 67 = 292 milyar $. Toplam dış borç 237- 67 = 170 milyar $ özel sektörün borcu..

2007 Eylül sonunda Türkiye’nin toplam borcu 463 milyar $..
Oysa AKP Kasım 2002′de hükümet olduğunda bu rakam 221 milyar $ idi! 2,1 kat, % 210 büyüdü!

Toplam borçlar 2008′de beklenen toplam ulusal gelire denk.. Kişi başına 6300 $ borç!

Borç yiğidin kamçısı mı acaba?? Başbakan R.T. Erdoğan da, S. Demirel ustasından bellediği
ezberi yineliyor. Karanlıkta korkusunu bastırmak için ıslak çalanlar gibi. Nasıl çevrilecek, bu borç,
ne pahasına ?? Hangi yaşamsal ulusal çıkarlardan ödün verilerek? Hangi gizli anlaşmalarla??

Alın size kocaman bir soru : Yiğit kamçı yer mi? Ya da kamçı yiyenin yiğitliği kalır mı?

Oysa Türkiye, AKP iktidarında “Dolar milyarderi” üretmede şampiyon :

• Ağır ve adaletsiz vergiler sürerken, kamu hizmetleri daraltılarak özelleştiriliyor.
• Dolaylı vergiler % 70, asgari ücrette kesinti % 42, şirketler vergisi ise bunun yarısı, % 20!
• Zenginler vergi yerine Devlete borç veriyor, halkın vergisi borcun faizine gidiyor. Devlet bu mu?!
• Bütçe ulusal gelirin yalnızca 1/3′ü.. Oysa AB- OECD ülkelerinde yarıya yakını..
• %5.5 FDF (Faiz Dışı Fazla) diye IMF aferini almak için yıllardır halka kan kusturuluyor!

 Bölgeler temelinde okur-yazarlık oranları incelendiğinde de, bölgeler arasında önemli eşitsizlikler olduğu görülüyor. Örn. Marmara Bölgesi’nde 14 yaş üzerindeki kadın nüfusun okur-yazarlık
oranı % 80.9 iken, Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu oran % 41.8′e dek düşmektedir. Bu aşılmalı..

Oysa; Anayasa md. 42 : Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi

 ” Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı
yasayla saptanır ve düzenlenir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda,
çağdaş bilim ve eğitim ilkelerine göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Bu ilkelere aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
 Eğitim ve öğretim özgürlüğü, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır. Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar,
Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, yasayla düzenlenir.
 Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime
ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.”.. demekte.
 Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne suretle olursa olsun engellenemez.
 Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir.
Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır. ” demekte..

1.5 milyon çocuk okula gitmiyor!

• Türkiye’de temel eğitim çağındaki çocuk sayısı 11.9 milyon.
• Bunların 1 milyon 522 bini okula devam etmiyor.
• Bu rakamın 640 bini kız, 882 bini erkek çocuklar.
• Temel eğitim çağındaki çocukların % 32.4′ü, tarımdaki aile işletmeleri dahil, çalışmakta!
(www.cumhuriyet.com.tr, 01.03.05)

• Zorunlu temel eğitimi 12 yıla çıkar(a)mayan tek OECD ülkesiyiz.
• 8 yıllık zorunlu eğitime ise, Batı’dan 25 yıl sonra, 1997′de, 28 Şubat zorlaması ile
geçebildik ancak..
• Sokakta yaşayan ve çalışan çocukarın % 47’si, Doğu ve Güney Doğu’dan büyük kentlere
göç edenler.
• Bu temel sorunlar AB gündeminde öncelikli değil.. AB-ABD emperyalizminin derdi
Yugoslavya modeli ve Eşbaşkanı RT Erdoğan olan BOP dayatması ile Türkiye’yi parçalamak!

Köprülerin altından çok sular aktı.. Stratejik müttefik (!), Türk ulusal eğitim sistemine ahtopot kollarını iyice uzattı..Milyarlarca $, yeşil sermaye ile işbirliği içinde stratejik operasyonun son aşamalarına yöneltildi. Ortak-işbirlikçi bulmak hiç de zor olmuyordu..

Ülke, AB’ye uyum masalları eşliğinde 9 Uyum Paketi ile başkalaştırılarak (Metamorfoz)
sessiz sedasız post-modern sömürge kılınıyordu..

Sayıları 5 bini aşan resmi Kuran Kursları yetmiyor, göz yumularak binlercesi daha kaçak
açılıyor, bunlara göz yumuluyor ve çok rahat parasal kaynak (Petro-dolar!) sağlanıyordu!?

Laik rejime ve Anayasa’nın 174. maddesiyle korunan Devrim Yasalarından Eğitim Birliği Yasası’na meydan okunarak, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınarak Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanıyordu ki; laik bir düzende İslam’ın Sünni mezhebine dayalı bu ucube yapının varlığı ve işlevleri başlıbaşına
bir çıban başıydı..

Bu Kuran kursları, haremlik-selamlık düzeni de pervasızca uyguluyorlardı.. Dahası, asr-ı saadet özlemi (!) içinde çocukları yerlere oturtarak ortak tabaklardan ELLERİYLE yemeye zorluyorlardı!

İşte 2000′ler Türkiye’sinden “Eğitim-Öğretim” in hal-i pür melaline ilişkin veriler..
Türkiye bu fotoğrafları haketmiyor. Eşsiz coğrafyası, jeopolitik ve jeostratejik kalitesi,
yeraltı madenleri, bitki ve hayvan türleri varlığı, genç ve 70 milyonu aşan nüfusu gücü..
Türkiye insanına yatırım yapmak zorunda! “Allah Devlete-Millete zeval vermesin” demeyi sürdürmeli insanımız. Buna ulusal kaynaklarımız elverir. Yeter ki;
Atatürkçü = Kemalist yola yeniden dönelim.

• Küresel emperyalizmin iğrenç oyunlarını artık görelim!
Ülkenin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün web sitesinde ana sayfada şu çarpıcı liste yer alıyordu :
(www.egm.gov.tr/temuh/terorgrup1.html, 02.03.07)

TÜRKİYE’DE HALEN FAALİYETİNE DEVAM EDEN TERÖR ÖRGÜTLERİ

Hizbullah
Hilafet Devleti (HD)
İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C)
Tevhid-Selam (Kudüs Ordusu)
El Kaide Terör Örgütü Türkiye Yapılanması
……………………………

SSCB’nin dağılmasından sonra (26 Aralık 1989) MGK kararlarında 2 temel ulusal tehdidin;

1. Dış destekli İRTİCA
2. Dış destekli BÖLÜCÜLÜK..

olduğu arka arkaya vurgulanmaya devam edilirken..

Bu arada, gırtlağına dek borçlandırılan ülke, kuruluşunun 80. yılında vatan topraklarını satmaya koşullandırılıyorlardı..

Korkarız, 1919 koşullarına yeniden savrulmuş bulunuyoruz..

Oysa Ulusal Eğitimin Ana Hedefi, Yüce Atatürk tarafından çok kesin ve keskin olarak belirlenmişti:

• ” Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun,
her şeyden önce ve en evvel Türkiye’nin geleceğine, kendi benliğine, ulusal geleneklerine
düşman olan tüm ögelerle mücadele etme gereği öğretilmelidir.”

Şu haykırışlar boşuna mıydı, boşa mı çıktı??

• ” Eğitimdir ki; bir ulusu özgür, bağımsız, şanlı yüksek bir toplum durumunda yaşatır
veya bir ulusu kölelik ve yoksulluğa terk eder.”..
• Uygarlık tarihi adına utanç veren Keban’daki örnek, hâlâ bizleri sarsarak uyarmayacak mı??

Türk Devrimi’nin mimarı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’e göre devrimlerin amacı..

• ” Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağcıl (modern), bütün anlam ve görüntüsüyle uygar bir toplum olarak kurumlaştırmaktır.
Devrimimizin temel ilkesi budur. Bu gerçeği kabul etmeyen zihniyetleri yerle bir etmek zorunludur. Bugüne dek, ulusun düşünme yeteneğini paslandıran, uyuşturan, bu zihniyette bulunanlar olmuştur.” değil miydi? Şunları da eklemiyor muydu tamamlamak için :

• ” O tür zihniyetlerde yuvalanan kara düşünceler, boş inanlar (hurafeler) kökten yok edilecektir. Ölülerden medet ummak, umut dilenmek, uygar bir toplum için aşağılanmaktır. Bugün bilim
ve tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın olanakları bizi beklerken; filan ya da falan şeyhin öncülüğünde özdeksel ve tinsel (maddi-manevi) mutluluk arayacak denli ilkel insanların varlığı, uygar Türkiye toplumu içinde asla kabul edilemez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2, syf. 217)

Yüce Atatürk’ün uyarısı kulaklarınızda yankılanmıyor mu??

” Ulusumuzun güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için Devletin tümüyle Ulusal (Milli)
bir siyasa izlemesi ve bu siyasanın, iç kuruluşlarımıza tümüyle uygun ve dayalı olması gereklidir.”

Yine de tez elden ayağa kalkıp yurt savunmasına geçmeyecek miyiz?

Kurbağa gibi suda yavaş yavaş haşlanıyor muyuz? Toplumsal bir şizofreni mi yaşıyoruz??

• Haydi Türkiye, ayaklan artık, haşlanmana da, felç edilmene izin verme..
Geleceğimize birlikte sahip çıkarsak bu karabasanı da aşarız inan buna..

Hangisi kazansın istiyorsun ?? Var mısın, geldikleri gibi bir an önce yollamaya?

Yüce Atatürk’ün “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet senin de gözbebeğin değil mi??

Türkiye Cumhuriyeti’nde her şeyini borçlu olduğun Yüce Atatürk’ü gerçekten anladın mı?
Devrim’in amacını gerçekten kavrayanların, O’nu daima koruyacak güce sahip olduklarını
unutmadın değil mi?? Aşağıdaki karikatür ve belgeye büyük bir dikkatle bakınız…
H â l â u y a n m a y a c a k m ı y ı z ??

S o n u ç :

Yüce Atatürk’ü gerçekten özümsedin mi? Göğsünü ve gönlünü doldurarak;

“SENİ ANLIYORUZ, TÜM İNSANLIĞA ANLATACAĞIZ..”

diye haykırarak ciddi tarihsel sorumluluğunun ayırdına varmakta gecikmiyor musun??

Eminim gecikmeyeceksin.. Davrancaksın.. Geçtiğimiz yüzyılın başında da emperyalistler üşüşmüştü yurduna.. Şahlandın, kahramanca dövüştün yıllarca.. Kovdun düşmanı.. Bak gene geldiler.. Bu kez topsuz-tüfeksiz görünüyorlar.. Sakın aldanma.. Post-modern bir savaş bu!.. Ne soğuk ne de sıcak tek başına.. 3. kuşak, alçakça bir küresel emperyalist saldırı bu. Sevr’i raftan indirmek istiyorlar yeniden..

Yani, Yüce Atatürk’ün SÖYLEV’inde uyardığı üzere; yalnız yurdunu eliden almayı değil;
aynı zamanda Ulusumuzu tarih sahnesinden silmeyi de içeren hayasızca bir tuzak bu..

O yüzden bence şunları yap ve de ısrarla iste :

1. Türkiye’miz AB-ABD tarafından parçalanıyor. AB açıkça Yugoslavya modelini dayatırken,
ABD ise BOP üzerinden ülkemizi parçalamayı ve Kürdistan ile son aşamada büyük İsrail’i kurmak istiyor. Başbakan RTE ise, bu süreçte eş başkan! Bu ihanet asla kabul edilemez!

2. Medyanın çoğu, ulusa dezenformasyon uyguluyor, bizi kandırarak 5. kol gibi çalışıyor.
Buna ivedilikle son vermek gerekiyor.

3. Özelleştirme talanı, vatan topraklarının satışı derhal durdurulmalı. Gelir dağılımının mutlaka iyileştirilmesi gertek. Bunun için Atatürk’ün halkçı ekonomik düzenini yaşama geçirmeliyiz.
Ancak bu yolla ekonomiyi ulusal kılabilir; kasıtlı yoksullaşlTIRmayı, işszileşTİRmeyi, aşsızlaşTIRmayı, eğitimsizleşTİRmeyi yeneriz.

4. Yüce Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” demişti. Ulusal kültürümüze dönük
tüm saldırıların ivedilikle durdurulması ve eğitimin derhal yeniden ulusallaştırılması koşul!

5. Tüm dış ve iç borçlar askıya alınmalı (=konsolidasyon), prangalanmış petrol, doğal gaz ve madenlerimiz (bor vd.) işletilerek, “kazandıkça” bu borçlar ödenmelidir. O zaman halkımızın sağlığı, eğitimi, beslenmesi, barınması, yoksulluğu, işi, güvenliği için kaynak bulunacaktır..

5. Üyesi ol ya da olma, siyasal partilere baskı yap; VATAN ELDEN GİTMESİN diye AKP vb.
anlayışa karşı ne yapıp yapıp bir araya gelip Mart 2009 yerel seçiminde -ki her an baskın seçimle
öne alınabilir!- işbirliği yapsınlar. Bu yaşamsal seçimlerde tüm ağırlığını koy, AKP’ye bırakma yazgını!

Liste uzatılabilir. Örgütlü davran. Milli Mücadele’yi anımsa. Kendine güven. 2008 çok kritik. Geleceğini eline al, bir kez daha başaracaksın; yeter ki gereğini yap; ayağa kalk, “YETER!” de!.